Ana Sayfa

Önsöz

Giriş

 Safsata ve Türleri

Safsata Türleri ve Güncel Örnekler-1

Safsata Türleri ve Güncel Örnekler-2

Safsata Türleri ve Güncel Örnekler-3 Alternatif Önsöz

Okurun alevalatli@e-groups.com mutfağında  safsata projesinin nasıl   piştiğini ana hatlarıyla görmek isteyeceğini düşündük.

 3 Şubat 2000 , Alev Alatlı

Sevgili Üyeler,

Bu hafta SİTE’de “Güncel”e çıkaracak nitelikte mektup bulamayınca telaşlandım. Nedeninin   mesajlara hakim olmaya başlayan özensizlik olduğundan şüpheleniyorum.   Ne demek istediğimi, 1983 yılında yaptığım bir araştırmadan alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağım.
Önce aşağıdaki metin: Bu metin   o tarihlerde saygın bir edebiyat dergisinde “eleştiri” yazısı olarak yayınlanmıştı.


”Çağdaş Eleştiri dergisinin Ağustos 1982 sayısında, Sayın Süheyla Bayrav’ın bir yazısı vardı: Parıltı. Sayın Bayrav, Ahmet Haşim’in bu ünlü şiirini yapısalcı yöntemle inceliyor, şu yargılara varıyor yazısının sonunda... Sayın Süheyla Bayrav aruz bilmediği için şiirin son dizesini yanlış yazmış, bu yanlıştan hareket ederek, “ona ve bu” yer değiştirmiş diyor: şiirin vezninin “mef’ulu mefailü feulün” olduğunu bilseydi, “vurdukça ona aşkın aksi” diye yazmazdı. Saussure, Hjelmslev, Pierce, U.Eco... Böyledir bizim üniversite hocalarımız: yapısalcılığı bilirler de arzu öğrenmek gereğini duymazlar.”

 Bundan sonrası benim 20 Temmuz 1983 tarihli Somut’taki yazım.   “Argümanı mantıksal öğelerine indirgeyelim” diye başlıyor ve devam ediyor.

Önermeler:  
Süheyla Bayrav, Parıltı adlı şiiri yapısalcı yöntemle inceliyor.   . Süheyla Bayrav, aruz bilmediği için şiirin son dizesini yanlış yazmış.  Süheyla Bayrav, üniversite hocasıdır.  

Vargı:

Üniversite hocalarımız yapısalcılığı bilir de aruzu bilmek gereğini duymazlar.  

Değerlendirme: ”Non sequitor fallacy” yani “Geçersizlik Safsatası” Üniversite hocalarına ilişkin vargı bu önermelerden çıkarsanamaz. Yazar, parçaya ait nitelikleri bütünü mal ediyor.
Bir daha deneyelim:

Önermeler:
Böyledir bizim üniversite hocalarımız (yani? nasıldırlar? “Bayrav gibi şiiri yapısalcı yöntemle incelerler” mi?   Bayrav gibi şiirin son dizesini yanlış yazarlar” mı?   “Bayrav gibi aruzu bilmezler” mi?   . Bayrav bir üniversite hocasıdır.   Vargı:   .Bayrav yapısalcılığı bilir ama aruzu öğrenmek gereğini duymaz.

Değerlendirme:
”Petitio principii fallacy” yani “Yetersizlik Safsatası” Önermeler Bayrav ile ilgili yargıyı kanıtlamaya yeterli değildir. Vargının “inanırlığı” tartışma konusudur.  

Aynı tarihlerde yayınlanan başka bir metine bakalım. Şöyle:

”Geçen gün İlhan Berk’ten bir mektup aldım. Zarfın arkasına şu cümleyi yazmış: ‘Senin Uzun Atlar Denizi’ anlaşılmadı. Yazık!’   Ben, ‘Uzun Atlar Denizi’nin anlaşılmadığı kanısında değilim. Yaşları ancak bu iki kitabın yaşı kadar olan nice genç arkadaşımın bir arada yayınlanan bu iki kitabı sevdiklerini, anladıklarını biliyorum.   Hatta şaşacaksınız, onu ortaokul üçüncü sınıfta okuyan bir öğrencinin elinde de gördüm.   Bana bu şiirleri değişik bulduğunu, sevdiğini söyledi.   İlhan Berk, ‘anlaşılamadı’ derken, eleştirmenlerce değerlendirilmedi, üzerinde durulmadı demek istiyor sanırım. Ama eleştirmenler hangi kitabı değerlendiriyorlar ki? Adı eleştirmene çıkmış bir Asım Bezirci’nin şiirlerimi anlayabileceğini sanmıyorum. Nitekim, onun bir seçkisi vardır, 1056 sayfalık. Adı da ‘Dünden bugüne Türk Şiiri.’ Bir tek ben yokum o seçkide. Bu benim şiirlerimin içeriksizliğinden değil, Asım Bezirci’nin şiirden anlamadığını ya da çok kindar biri olduğunu gösterir.”
Önermeler:
‘Uzun Atlar Denizi’ adlı kitabımın nice genç arkadaşlar tarafından sevildiğini ve anlaşıldığını biliyorum. .Ortaokul üçüncü sınıfta okuyan bir öğrenci de bana bu şiirleri değişik bulduğunu, sevdiğini söyledi.   Vargı: ./O halde/ İlhan Berk ‘Senin Uzun Atlar Denizi’ de anlaşılamadı, yazık! derken, eleştirmenlerce değerlendirilemedi, üzerinde durulmadı demek istiyor.

Değerlendirme:
İlhan Berk’in demek istediği yukardaki önermelerden çıkarsanamaz. Yine bir   “Nonsequitor Fallacy”-Geçersizlik Safsatası.

Metne tekrar bakalım:

 Önermeler:
Eleştirmenler hangi kitabı değerlendiriyorlar ki/yani/Eleştirmenler hiçbir kitabı değerlendirmiyor. .Asım Bezirci’nin 1056 sayfalık şiir seçkisi var. O seçkide bir tek ben yokum. Vargı: . Asım Bezirci gerçek eleştirmen değil, adı öyle çıkmış.

Değerlendirme:
”Fallacy of Inconsistency” - “Tutarsızlık Safsatası”   Önermelerden hem birincisi hem de ikincisi doğru olamaz.

Bir daha bakalım.

 Önermeler:
Asım Bezirci’nin 1056 sayfalık bir şiir seçkisi var. .O seçkide bir ben yokum.   Vargı:   a) Asım Bezirci şiirden anlamıyor. b) Asım Bezirci çok kindar.

Değerlendirme:
”Non sequitor fallacy”nin “Geçersizlik Safsatası” kümesinin “Abusive” yani “Aşağılayıcı” elemanı. Asım Bezirci’nin becerileri ve kişiliği bu önermelerden çıkarsanamaz.
KISSADAN HİSSE!!! Afaziye bir de mantıksızlık eklemek tartışmaları çıkmaza sokar!   Laf ebeliği obskürantizmle sonuçlanır.   Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için bu hususta dikkatsiz olduklarını saptadığım kimi arkadaşlara şahsa özel mektuplar göndereceğim. Lütfen alınmasınlar - yapılmaya çalışılan akıl karışıklığını gidermeye çalışmaktan ibarettir.

Bu bağlamda “mantık ilkelerini” hatırlamamızı amaçlayan bir ikinci mektup göndereceğim. İyi bir egzersiz olur diye umuyorum.

Selamlar.

  

6 Şubat 2000, Alev Alatlı

Geçen günkü yazıma eski bilgilerimizi tazeleyerek devam ediyorum. Umarım yararlı olur. Sevgiler.

Anımsayacağınız gibi cümleler,   (1) bir hüküm bildirmek (mesela: “Türk sinemasının kendisine özgü bir yapısı vardır.”) ya da (2) bir iddia ileri sürmek üzere kullanılırlar(mesela: “Türk sinemasında tipler, kişilikler yaşamayan karton insanlardır. Köyden evlatlık alınan bir kız iki ay sonra bir kokteylde elinde kadeh çevresine gülücük dağıtır. Ne zaman böyle oldu, nasıl oldu hiç anlaşılmaz.”) Hüküm bildiren cümleler, öznelerini tanımlarlar. Tanımlama doğru veya yanlış olabilir ama mantıksal olarak “kusursuzdur.”   İddia ileri süren cümleler veya cümle dizileri ise, yukarıdaki gibi, bir dizi önerme ve vargıdan oluşur.   Önermelerin doğru olduğunu ve bu doğru önermelerin ileri sürülen vargıya götüreceğini savunur.

İddia (argüman) öne sürmenin belli başlı iki vardır: tümevarım (induction) ve tümdengelim (deduction)   Tümevarımsal (inductive) bir iddia vargısının önermeleri doğrultusunda “olası” olduğunu savunur.   Tümdengelimsel (deductive) bir iddia ise, vargıların önermelerin sonucu olarak “kesin” olduğunu savunur.   Dolayısıyla, tümdengelimsel bir iddia, karar vermeyi (kesin sonuç) hedefler.   Her iki türde de önermeler doğru ya da yanlış   olabilirler fakat mantıksal   geçerlilik veya geçersizlik ancak iddialarda söz konusudur.   Bu bağlamda “safsata”   bir çıkarsama (inference) sorunudur: vargının önermelerden kaynaklanmadığı halde, kaynaklanıyormuş gibi kabul ettirilmeye çalışılması, yani, önermelerin vargıya kanıt teşkil ettikleri yanılgısıdır.

Vargısını kanıtlayan bir iddianın üç mantıksal gerekliliği içermesi şarttır:
 

1)      İddianın önermeleri kendi içinde tutarlı olmalıdır. Yani, her birinin “olabilirliği” olmalıdır.  Bu koşula“tutarlılık”(consistency) koşulu diyoruz.

2)      Önermelerin doğruluklarının ve tutarlılıklarının vargıdan kaynaklanmaması gerekir. Yani, önermeler vargıdan daha inanılır olmamalıdır; önermeler kabul ediliyorsa vargıyı yadsımanın anlamsızlığına düşülmemelidir.   Biraz daha açalım: buradaki tehlike vargının doğru olduğunun varsayılmasından dolayı, önermelerin de doğru olduğu sanısına düşme tehlikesidir. Oysa, vargı, sorulacak soru bırakmamalıdır.   Bu koşula da “yeterlilik” koşulu diyoruz.

3)      Vargının önermelerden iddianın savunduğu biçimde kaynaklanması koşulu; “geçerlilik” koşulu diyoruz.

Bu durumda,   (1) Birinci koşulu ihlal eden iddia “tutarsızlık safsatası” (fallacy of inconsistency) (2) İkinci koşulu ihlal eden iddia “yetersizlik safsatası” (petitio principii)   (3)Üçüncü koşulu ihlal eden iddia “geçersizlik safsatası” (non sequitur) olarak adlandırılırlar.

Safsataların, “ad hominem,”   “ad miserandum,” “abusive” gibi alt-grupları da vardır.   “Ad hominem”in harfi çevirisi:   “adama.”   Bu türde yazar/konuşmacı argümanını mantığa değil, ya muhatabının önyargılarına/çıkarlarına dayandırır.   “Ad miserandum”un karşılığı (mealen) “mutsuzluk duygularına.”   Bu türde de duygu sömürüsü mantığın yerini alır. “Abusive” (Aşağılıyıcı) safsata muhatabı aşağılamak esasına dayanır.

Safsata meselesi çok kısaca bu. Şimdi size yine 1983 yılından bir örnek:

Metin:  

 “Cumhuriyet Başsavcısı Çilingiroğlu’nu iki kere ecel yokladı. Böyle vakar umumiyetle insanı daha adil, daha hoşgörülü davranmaya sev keder. Ama Çilingiroğlu tam ters yolu seçti. Büyük Türkiye Partisinden Doğru Yola katılmaları öne sürerek, partinin kapatılması için bir teşebbüse geçmeye çalışıyor.”

Önermeler:

Cumhuriyet Başsavcısı Çilingiroğlu’nu iki kere ecel yokladı.   . Ölümle karşılaşan insanlar daha adil, daha hoşgörülü olurlar. . Çilingiroğlu tam ters yolu seçti.   . Çilingiroğlu Büyük Türkiye Partisinden Doğru Yola katılmaları öne sürerek, partinin kapatılması için bir teşebbüse geçmeye çalışıyor.

Vargı:

a) Çilingiroğlu insan değildir. b)Çilingiroğlu’nu ecel yoklamadı.

Değerlendirme:

Geçersizlik Safsatası (Non sequitor fallacy) Bu vargılara, o öncüllerden varılmaz.   Bir daha bakalım:

Önermeler:

Başsavcılar adaleti/hoşgörüyü temsil ederler. .Adaleti/hoşgörüyü temsil edenler ecelle karşılaşınca daha adil/hoşgörülü olurlar. .Başsavcı Çilingiroğlu adaleti/hoşgörüyü temsil ettiği halde partinin kapatılması için teşebbüse geçti.

 Vargı:

a)Çilingiroğlu başsavcı değildir. b)Çilingiroğlu adaleti/hoşgörüyü temsil etmez.

Değerlendirme:

Tutarsızlık safsatası (fallacy of inconsistency)   Önermeler kendi içlerinde tutarsızlar. Şöyle ki,   1) Savcılık iddia makamıdır, ‘adil’ kararı hakim verir, 2) Savcılık makamı onu işgal eden şahsın hoşgörüsü ya da kişisel eğilimlerini yansıtamaz, 3) İnsan Çilingiroğlu ile Başsavcı Çilingiroğlu iki ayrı olgudur, 4) Savcılık makamı ecelden etkilenmez.

  

9 Şubat 2000 Nilüfer Buluk

Alev hanım, bence de haklısınız size cevap yazmak lazımdı ama doğrusu sizin gibi bir mantık yürütme ve kelam ustasına mantık önermeleriyle pek de uyuşmayacak cevabi mektup göndermekten gurupça korktuk sanırım ya da cevap verirsem alınmış gibi olurum endişesini duyduk malum bizde” yarası olan........... “diye başlar bir deyim vardır. kendi adıma söyleyecek olursam ben Sevil hanımın anlattığı gibi bekleyim arkasından ne gelecek dedim ve haksız bir tepki vermekten korktum.Ama madem tepkileri almak istiyorsunuz ben kendimin mantık ilkelerinden bahsettiğiniz mektubunuzla ilgili hissettiklerimi söyleyeyim.öncelikle afazik olduğu kadar ,kendine güveni de pek bulunmayan bir toplumuz,aynı zamanda hem kuraları çiğnemeye çok hevesli hem de her şey için bir sürü kurallar manzumesi koymuş(koyduğu kuralları çiğnemekte bir sakınca görmediği halde kurallara sıkı sıkıya bağlı(nasıl olduğunu aklım bir türlü almaz ama öyle işte.) kuralsızlığımızla ilgili yazı belki bir başka mektuba konu olmalı ))bir milletin fertleriyiz.mektubunuz tamda bu güvensizliğimizden vurdu sanırım bizi ve size yine kendimize duyduğumuz güvenin eksikliği nedeniyle bir cevap yazamadık hemen. ne de olsa”afazimize bir de mantıksızlık ekleme”şeklindeki bir demoklesin kılıcı başımızın üstünde sallanmaya başlamıştı bir kere .üstüne bir de sizden bu durumu saptadığınız üyelere özel mektuplar geleceğini öğrenince kendi adıma acaba bir hata ettim de karşılığında böyle özel bir mektup alır mıyım diye çok korktum doğrusu. hele cümlenizdeki “lütfen alınmasınlar amaç akıl karışıklığını düzeltmeye yönelik “ibaresini görünce acaba parmağınızın gösterdiği adres ben miyim diye iyice şüphelendim zira aklım karıştı düzeltmeye çalışıyorum diye guruba bir mektubu göndereli daha bir hafta olmamıştı .işte bu nedenle korkum çok arttı ama neyse ki sizden böyle özel bir mektup almadım da rahatladım şimdilik. şimdilik diyorum zira her an böyle bir mektubu tarafınızdan alabilirim çünkü okulda mantık ilkelerini sadece lise 3. sınıfta okuduğumuz mantık dersinde ki haftada sadece iki saat görerek öğrendik ,zira ben fen bölümündeydim.Üniversite eğitimimde fen ağırlıklı oldu zira ben bir diş hekimiyim.Yaşantımın hiç bir döneminde de mantık ilkelerini ezberleyerek hayatımda iyi söylemler yapacağımı düşünmemiştim.Söylediklerim benim taa yüreğimden kopup gelenlerdi.Bu nedenle mantık ilkeleriyle ilgili mektubunuz beni bir hayli irkiltti. Şöyle ki eminim bu guruba yazı göndermeye   heveslenip te afazik olduğunu düşünme+yazdıklarının kabul görmeyeceği korkusuyla yazamayan bir çok kişi var kısaca saçmalarım korkusunda olan .bunlardan biri de bendim ama bu güvensizliğimi yenip bir kaç yazı gönderdim( biraz evvel bahsettiğim yazımdı: kafa karışıklığı ile ilgili olan).Artık hiç yazı göndermeyip ama yazmaya heveslenir gibi olanların eminim istekleri kursaklarında kalmıştır ya yazdıkları mantık ilkelerine uygun değilse diye ve bu yüzden sanırım bir çok tını mehmet beyin ifadesinde muhteşem bir şekilde anlattığı gibi bu ortak müziğe katılmayıp kendilerinden haberdar olmamızı engelleyeceklerdir.VE belkide bir süre sonra bu müzik çalgıcılarının kendilerinin çaldığı ve dinleyenlerininde sadece kendilerinin olacağı bir müzik haline gelecektir.Oysa sanırım belki ben yanlış anladım bu sitenin açılmasının nedeni çok sesli olmasını sağlamaktı tabi (ibadullah beydi sanırım “kakafoni” diye tuhaf sesleri niteleyen) kakafoniyi desteklemiyorum asla. ben sadece iyi niyetle her gün yeni bir şey öğrenmeyi kendine ilke edinmiş ve bunu bulduğunda değerinin farkında olan ve bildiklerini de iyi niyetli paylaşmak isteyenlerin çıkaracağı müzikten bahsediyorum .Kaygımda bunun engellenebilir olması kaygısı sadece. Her neyse yinede mantık ilkeleriyle ilgili verdiğiniz bilgiler çok yararlı olacaktır eminim ,pratiklerse bu bilgileri pekiştirebilir ama biliyorumki ben ümitsiz bir vakayım mantık öğrenme konusunda. şimdiye kadar mantığımı bir dizi ilkeler ve kurallarını düşünerek kullanmadım kullanabilseydim belki hayatın kurallarını içimde özümser ve daha radikal biri olabilirdim ama ben bir romantiğim ve her romantik gibi yüreğimden kopup gelenler dilimde ifade buluyor. saygılar.

 

9 Şubat 2000, Mehmet Akın Yılmaz

 

Herkese selamlar...

Sn. Alatlı’nın başlattığı   (ve lise mantık derslerinde anlamadan ezberlediğimiz, öğrenmeden unuttuğumuz) “biçimsel mantık ilkeleri” çalışması süredursun; en az bu ilkeler kadar önemli   bir diğer “mantık kullanım sektörü” üzerine birkaç söz söylemek istedim. Var olduklarını tahmin ettiğim, ama henüz   seslerini duyamamış olduğum psikoloji ve/veya psikiyatrı uzmanı üyelerimizin de, bu konuda katkılarını bekleyeceğim.

Bu konuyu ele alan pek çok yayın olmakla beraber, konuyu çok derli toplu ele almış bir kitabın sıralamasını esas alacağım. (Dr. A.Kadir Özer, “Ben Değeri Tiryakiliği”, Varlık Yyn. 1989 1.basım)

ŞİMDİ, konuyla ilgilenip bu kitabı alacak olanlar, bundan sonrasını okumayabilirler...   Hiç ilgi duymayanlar veya “bunları biliyoruz zaten” diyenler,   zaten okumayacaklar.   Geriye hâlâ birkaç kişi kaldıysa, onlarla paylaşayım.

Önce, dış dünya ile nasıl ilişki kurduğumuza bakalım . Çevremizde olup bitenleri - algılayıp - onlara ilişkin verileri - bir mantık sürecinden   sonra - anlamlandırıyor - ve zihinsel, duygusal, eylemsel   tepkiler veriyoruz.

Örneğin, bir sokak köpeği (dış dünyadaki olay) - görüyoruz (algılama) -   iri yarı ve ters görünüşlü olduğunu   saptayıp (veriler) -   “bu köpek tehlikeli olabilir diye düşünüyoruz (mantık süreci)   - ve korkup (duygusal tepki) - kaçıyoruz (eylemsel tepki).

Kendi adıma, andığım kitabı okuyana kadar, duygularımın “doğuştan gelen, karakterimin bir parçası olan”   şeyler olduğunu sanırdım. Ama (kitabın öz bilgisi saydığım)   şu cümle,   hayatımda gerçekten de devrimsel nitelikli bir farkındalığa yol açtı: “Dışımızdaki bir olayın   bizde uyandırdığı DUYGU, o OLAYIN bizatihi KENDİSİNDEN değil,   BİZİM o olaya yüklediğimiz ANLAM’dan   kaynaklanır...”

Ali, Veli ve Zeki yolda yürüyor olsunlar. Az ilerde irice bir köpek duruyor. Ali korkarak geri döndü,   Veli   gülümseyerek yürüdü,   Zeki nötr bir yüzle kenara çekildi. Çünkü, Ali köpeğe “tehlikeli bir hayvan” anlamını yükledi. “Tehlike” kavramı, onda “korku” duygusunu yarattı. Veli köpeğe “dost bir hayvan” anlamını yükledi, “dostluk” kavramı onda “sevgi” duygusunu yarattı. Zeki, köpeğe “zararsız olabilir, ama garantisi yok” anlamını yükledi, bu onda “ihtiyat” duygusunu yarattı.

Bu basit örnekten sonra, teoriye devam edelim. “Olayın bizde uyandırdığı duygu, o olaya yüklediğimiz anlamdan kaynaklanır. Bu anlamı oluşturmak için de, o olayla ilgili,   daha önce bilgi arşivimize yüklenmiş ön veriler (bilgiler, duygular, inançlar) kullanılır.

O halde, Ali’nin köpeği tehlikeli sayması için, bu bilgi ya ona birilerince öğretilmiş, veya Ali daha önce başka   bir köpekten zarar görmüş olsa gerek... Veli, muhtemelen, köpek sevgisi ile büyütülmüş;   Zeki ise,   “köpeklerin genelde dost ve zararsız hayvanlar olduğu, ama tanımadığımız köpeklere karşı dikkatli olmak gerektiği” biçiminde bir ön bilgiye ve kanaate sahip...

“E, ne var yani, böyleyse böyledir” demiş olmalıyım, önce.   Ta ki, bu basit işleyişin,   günlük tercihlerimden hayatımın en temel kararlarına kadar pek çok süreçte ne kadar etkili olduğunu kavrayana dek...

Bu temel bilgiden sonra, sıra, düşünme (mantık oluşturma) sürecimizin,   belli aşamalarda   maruz kaldığı “tuzaklar”   nedeniyle nasıl sapmaya uğradığı ve bizi yanlış duygulara, yersiz tepkilere nasıl ulaştırdığı konusuna geliyor. Yazar, bunları belli başlıklar altında sıralamış:

 1. FİLTRELEME: Bütüne ilişkin bir sonuca, sadece bir parçaya bakarak ulaşmak.   Dostlarınıza güzel bir yemek hazırladınız; ancak, çorbanın tuzu fazla kaçmış.   “Yemek güzeldi ama çorbayı tuzlu yapmışım” diyeceğinize, “Ahhh, yemek felaketti, hele o çorba” ifadesini kullanıyorsanız,   yemeğin bütününü, sadece çorbanın kötülüğü niteliyorsa, filtreleme yapmış oluyorsunuz.

 2. AŞIRI GENELLEME: Saz çalıyorsunuz, ve serçe parmağınızla çıkarmanız gereken nota,   kökü çıkıyor. Tepkiniz “bu aleti asla çalamayacağım” ise, bir anlık hatayı, “asla” ifadesindeki bütün zamanlara genellediniz demektir.   Eşinizle bozuşup ayrıldınız, ve “kadınlarla anlaşmam mümkün değil” dediniz. Yine, bir tek kadından yola çıkıp bütün kadınlara genelleme yapıyorsunuz...

 3. ETİKETLEME: Ali, bana bir dizi iyilik yapmıştır. O halde “Ali çok iyi bir insandır”. Ali’nin artık bana veya başkasına kötülük yapma imkanı yoktur. Ha, es kaza yapar ise, o zaman da artık “Ali kötü insandır”.  İyi, kötü, harika, iğrenç, süper......   Olumlu veya olumsuz, ama mutlaka, bir etiket.

Bu ilk üç aksaklık, genelde iç içe yer alırmış... Ve bu aksaklıkların tiryakisi olup olmadığımız da, şu tür sözcükleri sık kullanmamızdan anlaşılırmış: Hep, hiç, her zaman, hiçbir zaman, daima, asla, hiç kimse, herkes, kesinlikle, imkansız.....vb.

4. KUTUPLAŞMIŞ DÜŞÜNCE: Ya benden yanasın, ya ondan yana...   Ya seversin, ya terkedersin...   Ya iyisin, ya kötü...   Ya hep, ya hiç!   Ya patria, ya muerte!..

 5. ZİHİN OKUMA: “Hmmm, e-mail’i BÜYÜK HARFLERLE yazmış. Demek beni cahil sanıyor!”...   “Hmmm, epeyidir uğramadı. Demek beni sevmiyor artık...”      “Hmm, randevuya gelmediğine göre, beni başından savmaya çalışıyor”...   (Şahsen benim pek tiryaki olduğum bu “senaryo” mantığı, sonunda paranoyaya kadar gidebilir. Ama dert değil; çünkü paranoyak olmam, takip edilmediğim anlamına gelmiyor ki...)

6. FACİALAŞTIRMA (FELAKET TELLALLIĞI) “Kayık su alıyor”...   Hİİİ, ÖYLEYSE BATACAĞIZ!... “Sınav kötü geçti...”   Hİİ, SINIFTA KALACAKSIN!... “Derimdeki benekler artmış...”   EYVAH, CİLT KANSERİ OLDUM!

7. KONTROL YANILGISI: Bu yanılgı, iki yönde de olabiliyor; içten dışa, dıştan içe... “Bu elbiseyi çok sevdim, ama giyersem etraf neler der!” şeklinde, dıştan içe; “Bu oğlanın kulağını çeksem iyi olacak, satanistler gibi giyiniyor” şeklinde, içten dışa;         “Kısa kollu giydirmem! Mahallede adımı pezoya mı çıkaracan, gappe!” şeklinde ise, hem içten dışa, hem dıştan içe; yani,   bir kontrol merakıdır gidiyor...   Bu kerata alışkanlık daha da ilerlerse, başımıza gelen herşey “başkalarının kontrolünde” olmaya başlıyor.   “Hoca kötü olduğu için sınıfta kaldım...”   “Takımım, hakem yüzünden kaybetti.”   “Ülkemin kalkınmasını düşman ülkeler engelliyor...”   “Cami tuvaletlerini dinsizler kirletiyor...”   “Cehaleti şeriatçılar yarattı...”   “Şirketi genel müdür batırdı...” vb...... Yani, ben (biz) hiçbirşeyden sorumlu değiliz; her şey başkalarının kontrolünde...

Bir de bunun tam tersi var. “Herşey benim kontrolümde”... “Ben olmazsam tufan!”   versiyonu... Bu tipler,   tatilde bile iş yerine gitmekle, hiç yıllık izne çıkmamakla   ünlü. (Lakin bunun asıl   sebebi,   evdeki dırdırdan kaçmak mıdır, yoksa “izne çıkarsam işlerin bensiz de yürüdüğü anlaşılır” korkusundan mı, bilinmez...)

8. MELİ - MALI   TİRYAKİLİĞİ: Bu tarz, belirsizliği “asla”   kabul etmez. Her şey açık kurallara bağlanmıştır ve öyle ol-malı-dır.   Sevince, sonuna kadar sevmeli...   Hata yapmamalı...   Duygularını kontrol etmeli...   Saygıda kusur etmemeli...

 9. DEĞİŞTİRME   TUTKUSU:   “Benimle dost kalmak istiyorsan, daha mantıklı olmalısın... Ya değiş, ya biter bu iş...”   “Ya   bu kafayı değiştir, ya da ben zorla değiştiririm, bilesin!”...

 10. SUÇLAMA (ve SUÇLULUK DUYGUSU YARATMA): “Bütün hata bende!”...   “Senin yüzünden işimi kaybettim!”...      “Yine mi sınıfta kaldın. Üzüntümden ölürsem, senin yüzünden olacak ha!”

 

11. FEDAKARLIK SEFERBERLİĞİ:   “Ömrüm hizmetçi gibi geçti bu evde; şimdi böyle mi olacaktık!”...   “Başkalarının işini bile bana yaptırdınız sayın müdürüm; şimdi nasıl işten çıkarırsınız!”   (Tanrı bilir, bu işlerden biri de, hakkını arıyanları dövmek idi)...      “Hayatım boyunca sana ibadet ettim   Tanrı’m, buna mı lâyık gördün beni!”

BİLİYORUM, ÇOK UZADI. (Kitabın adını verip, “isteyen okusun” diyebilirdim. Ama bende kontrol yanılgısı var, n’apiim?) Anlatmak istediğim şu idi: Biçimsel mantık kurgularının   psikolojik süreçlerini de gözönünde tutmak gerekiyor galiba. Çünkü sonuç,   biçimin   mevcut bilişsel birikime uygulanmasıyla gerçekleşiyor.   “Ben”den “biz”e,   “parça”dan “bütün”e geçebilmek için, bu aksaklıkların farkında olmak gerekebilir.

Yukardaki 11 maddeyi ilk okuyuşumda, çoğu bana ters geldi. Hatta “bireyci amerikan kültürüyle beynimizi yıkamak istiyorlar” diye epeyi söylendim... Şimdi geldiğim nokta ise, daha insaflı. Özü de şu: “Yiğidi öldür, ama hakkını yeme”...

Sonuna kadar okuduysanız, umarım,   zamanınız boşa geçmemiştir. Sevgiler... Akın

 

11 Şubat 2000, Alev Alatlı

Sevgili  Mehmet Akın Yılmaz’ın Çarşamba günü gönderdiği yazı (9 Şubat) basıp saklanacak nitelikte bir yazı. “Düşünme (mantık oluşturma) sürecimizin maruz kaldığı tuzakları”n bu çok iyi özeti, benim önceki mesajlarımdaki “safsata” tanımlarını çok daha anlaşılabilir kılıyor. Dr. Özer’in kitabı da çok iyi bir kitaptı. Bana sorarsanız liselere zorunlu ders kitabı olarak konulmalı. Yazara ayrıca teşekkür borçluyuz.

Şimdi... bu konunun grup üyelerini benim anlayamadığım bir şekilde - tabiri maruz görün! - pusturduğunun farkındayım!  Gönül Demez’in küçük çaplı ama yürekli denemesinin dışında Melih Arat’ın yazısını kimse eleştirmedi bile. Burada sizlere rağmen bir konuyu sürdürmek/dayatmak da istemem, ne ki, konuyu en az afazi kadar önemsiyorum ve üstüne gitmek zorunda olduğumuzu hissediyorum. Ülkemiz düşünce hayatının sığlığının en önemli nedenlerinden birisinin “safsata” tuzaklarına düşüyor olmamız olduğunu görüyorum. Başta öğretmenler olmak üzere, eli kalem tutan insanlarımızı bu tuzaklara uyandıramazsak işimizin çok zor olduğu kanısındayım.  Bu telaşım nedeniyledir ki,  konunun üzerine son bir kez daha gideceğim.  Sizi katılmaya, okuduğunuz her makalede, her sütun yazısında, mantık aramaya ikna edemezsem, bir daha ağızımı açmayacağım. Söz.

İzleyen egzersizde, Arat’ın yazısını kullanacağım. Hemen ekliyeyim,  Melih Arat’ı tanımıyorum. Bütün bildiğim kendisinin sık sık internette yazması ve yazılarını “Araştırmacı, Yazar, Eğitimci, Danışman”  diye imzalıyor olması.

 EGZERSİZ:

Arat’ın yazısının başlığı “Büyüyle Sorun Çözmek”   İzleyen cümleleri numaralıyorum. Böylece yazarın fikir sıralamasını da izleyebileceğiz.

(1) İlk insanlardan farkımız var mı?   (Göreceğiz. Yazar bizi var yada yoka ikna edecek) (2)Tüm çağlarda olduğu gibi Bilgi Çağı’nda da hayatımıza giren yeni teknoloji ve olgular yüzünden toplumsal bir halüsinasyon içindeyiz.   (Nasıl yani? Eski çağlarda da mı yeni teknolojiler ve olgular yüzünden mi toplumsal halüsinasyon içindeydiler? Yoksa, eski çağlarda da, bilgi çağında da toplumsal halüsinasyon mu hüküm sürüyor? “Olgu”dan kasıt nedir? Veri mi, olay mı, vakıa mı? Gördüğünüz gibi cümle tartışmalı ancak bir “hüküm” cümlesi olduğu için mantıksız diyemeyiz. Gene de bakalım.)

Önermeler:
- İnsanlar tüm çağlarda   hayatlarına giren yeni teknolojiler ve olgular yüzünden toplumsal halüsinasyon içindedirler.   - Bilgi Çağı’nda da hayatımıza giren yeni teknoloji ve olgular yüzünden toplumsal bir halüsinasyon içindeyiz Vargı: - İlk insanlardan farkımız var mı?   (cevap istemeyen soru: “Yok” demeye getiriyor)

Değerlendirme:   Bu önermelerden bu vargıya varılmaz. Parçanın (biz) niteliklerini bütüne (insanlık) malediyor.   Akın’ın “Aşırı Genelleme”si. Benim non sequitur fallacy (geçersizlik safsatası) dediğim durum.

Yazar, bir tanımla devam ediyor.   Ancak, tanım şimdilik bağlantısız. (yazının sonuna kadar da öyle gidiyor) (3) Psikiyatrik bir kavram olan halüsinasyon sözcüğü, gerçek dünyadan bağımsız, gerçek sanılan görüntü ve sesleri ifade eder.

Devam ediyoruz, 4. cümle. Bu cümleyi yukardaki vargıyı (1.cümle) kuvvetlendirmek için kullandığını anlıyoruz.

“İlk insanlardan farkımız var mı?   /Yok, ama/   (4) İlk insanlarla Bilgi Çağı insanlarını özdeşleştirmek size tuhaf gelebilir/ ama/ hala toplumun önemli kesimleri avcı ve toplayıcı insanlar gibi yaşıyor.”   Devam ediyoruz.

Önermeler:
(5) Avcı ve toplayıcı kavimler, insanlığın başlangıcında ormana girer, karınlarını doyurmak için avlanır ve avlandıklarını toplayarak kavimleriyle paylaşırlardı.   (6)Ancak ormanda avlanmak basit bir şey değildir, türlü tehlikeler vardır.   (7)Yılan ya da akrep sokması, ayı gibi yırtıcı bir hayvanla karşılaşmak ya da ormanda yolunu kaybetmek, hava kararmadan kabilenin yanına dönememek gibi sıralayabileceğiniz yüzlerce tehdit kaynağı vardır. (8)Avcı ve toplayıcı kavimlerin avlanma sırasında yaşadıkları bu tehdit, kabilelerde büyücülerin türemesine yol açmıştır.   (9) Kabilenin büyücüsü, avcıları kötü tanrılardan korumak için durmadan büyü yapardı.   (10)Avcı ve toplayıcı kavimler, göçebe kavimlerdi.   (11)Bir bölgeden başka bir bölgeye yeni kaynaklar bulmak veya başka amaçlarla göç ederlerdi.   (12) Türkler de -eğer yanılıyorsam tarihçiler düzeltsinler- Anadolu’ya gelinceye kadar göçebe olarak tanımlanabilecek özelliklere sahiplerdi.   (13)Aslına bakarsanız son bin yılın tamamında da bazı özellikler itibariyle yine de /Türkleri/ göçebe bir kavim olarak tanımlayabiliriz.   Değerlendirme: -Göçebe bir kavim olan Türkler, avcı ve toplayıcı kavimler sınıfına girerler. - Avcı ve toplayıcı kavimler avlanma sırasındaki tehlikelerden korunmak için büyücüye giderler.   Vargı: Türkler, avlanma sırasındaki tehlikelerden korunmak için büyücüye giderler.

Non-sequitur safsata. Bu önermelerden bu sonuç çıkmak.   Yazar da farkında olmalı ki, “(14)Aristo’nun Politika isimli eserinde belirttiğine göre, göçebe kavimler inşaat düşmanıdır (15)... Tanıdık geliyor mu?. (tanıdık geliyor olması lazım) “ diye bir önerme daha getiriyor. Şöyle:

“ -Aristo’nun Politika isimli eserinde belirttiğine göre, göçebe kavimler inşaat düşmanıdır.

•          Tanıdık geliyor mu? /Türkler inşaat düşmanı olduklarına göre göçebedirler/

•          Göçebe bir kavim olan Türkler, avcı ve toplayıcı kavimler sınıfına girerler.

•          Avcı ve toplayıcı kavimler avlanma sırasındaki tehlikelerden korunmak için büyücüye    giderler.

Vargı: Türkler, avlanma sırasındaki tehlikelerden korunmak için büyücüye giderler. “

Aristo’nun adının kullanılması onun “iyi adından yararlanmak” anlamında, “ad hominem” safsataya yakın düşer.   Dikkat edilirse, yazarın, esas amacı “Türklerin rasyonel olmadığıdır.” Bu vargısına çeşitli önermelerle varmak istemektedir. Vargının önermelerden daha inanılır olduğu durumlara “yetersizlik safsatası” diyoruz. Petitio principii - begging for question.

Sonra bir altbaşlık... “Teknolojiyi almak değil, geliştirmek...” Önermeler: (16)   Avcı ve toplayıcı kavimlerin bazıları ormanda tarlalık arazi açarak, tarım toplumuna dönüşmüşlerdi.   (18) Ormanda yüzlerce tehdit dolayısıyla yüzlerce tanrıya ihtiyaç varken, tarım toplumunun daha az tanrıya ihtiyacı vardı: Güneş tanrısı, yağmur tanrısı ya da fırtına tanrısı gibi.   (19)Bazı kavimler sonradan tek tanrılı dinlere inanmaya başlamışsa da, yağmur dualarına bakarak eski alışkanlıklarını bırakmadıklarını söyleyebiliriz.   Vargı: (17) Tarım toplumundaki tanrı sayısı daha azdır.

Değerlendirme:   Yine bir petitio principii - yetersizlik safsatası.   Bu önermelerden bu vargıya varılamaz: ormandaki tehditlerin sayısının tarladakinden fazla olması, yağmur duasının ‘yağmur tanrısı’na yapıldığı iması, vs.vs., soru celbeden hükümlerdir.

Yazar bir başka argümanla devam ediyor:

Önermeler:
(20) Bugün tarımla geçinen topluluklara baktığımızda değişik şeyler görürüz. Örneğin, Amerika’da toplam tarımsal üretimi, nüfusun yüzde ikisi gerçekleştirir. (22) Bugün Türkiye’de bilgilerim beni yanıltmıyorsa nüfusun yüzde ikisi değil, yarısı tarımsal üretimin toplamını gerçekleştirir.   (23) Amerika’da tarım alanında çalışan nüfusun düşüklüğü ile Türkiye’deki tarım alanında çalışan nüfusun çokluğu konusunda şöyle bir açıklama yapılabilir: ABD’de tarımsal üretim artık hava koşullarına ya da   insani çabaya değil, teknolojiye diğer bir deyişle akla dayalıdır. (24) Türkiye’de ise tarımsal üretim hala hava koşullarına ve insani çabaya dayalıdır. Tarım alanında işletmecilik yapan birkaç büyüğüm yaptığım bu çıkarımın doğruluğunu onayladılar. (21)ABD’de bildiğim kadarıyla yağmur duasına artık çıkılmıyor.   Vargı: - ABD’de yağmur duasına çıkılmamasının nedeni üretimin teknolojiye dayanmasıdır. - Türkiye’de yağmur duasına çıkılıyor olması üretimin insani çabaya dayanıyor olmasıdır.   Ne ki, yazar, bunları söylemiyor! Yani vargı yok   - okurun anlayışına bırakılmış, tipik bir kaytarmaca - obskürantizm’den yararlanma gayreti. “Tarım alanında işletmecilik yapan birkaç büyüğüm yaptığım bu çıkarımın doğruluğunu onayladılar” cümlesi de yukardaki Aristo atıfı gibi - ad hominem safsata

Yine devam ediyor:

Önerme: (25) İlk çağdan bu yana gündelik hayatımıza akıl ve teknoloji ürünlerini bir şekilde soksak da, bunları üretmeyi yaşam biçimimiz haline getirememişiz.   (26) Cep telefonu ya da bilgisayar hayatımızda, ancak bu iki teknolojiyi başkaları geliştirmemiş olsaydı hayatımızda olmayacaklardı. Vargı????

Derken bir altbaşlık daha: Üçüncü   altbaşlık Üfürükçüyle Problem Çözmek

(27) Türkiye’de hala hazırda pek çok küçük, orta ya da büyük ölçekli şirketin işleri kısmete bağlıdır.   (28)Tanıdığım bazı insanlar, hala ilk çağ avcı toplayıcı insanının büyücüye, şamana gitmesi gibi hocalara giderek işlerinin, kısmetlerinin açılmasını beklemektedir.   (29) Türkiye’de bu kadar çok üfürükçü hoca olmasının, yatırların bu kadar çok ziyaret edeninin olmasının sebebi, talebin varlığıdır; bu durum insanların problemlerini rasyonel bir şekilde çözememelerinden kaynaklanmaktadır. Vargı????

BEN ÇOK SIKILDIM ARTIK GERİSİNİ SİZ GETİRİN!   BİR DE ÖDÜL: BU YAZIDAKİ   FİKRİ   KİM BEŞ CÜMLEDE TOPARLARSA -BEN DENEDİM OLUYOR! - ONA İMZALI BİR KİTAP YOLLAYACAĞIM.

Geç Gitsin!

 

14 Şubat 2000 Barış Poyrazoğlu

Melih Arat’ın yazısı hakkında Ayşe Hanım’a tamamıyla katılıyorum. Çok bunaltıcı bir durum bu. Hoş Alev Hanım’da zaten kabul etmiş bu  durumu. Yalnız Yalçın Küçük’le bile uğraşmış biri olarak bu egzersiz Alev Hanim için çerez gibi olmalıydı diye düşünüyorum. Bir de bu mantık egzersizlerine bir itirazım var. Bir adamın bütün cümlelerini didik didik ederek nereye varabiliriz. Yani tamam Melih Arat kötü bir yazı yazmış olabilir. İçinde çok sayıda mantık hatası da olabilir ama bütün bunlara rağmen yazıdan bir şeyler anlaşılabilir gibime geliyor. Şahsen yazıdan anladığım Teknoloji ne kadar değişirse değişsin, yaşam standartları ne kadar yükselirse yükselsin, yine bölgesel ve kalıtsal(belki) özellikler yine de benzer kalır. Sonuç itibariyle bu çıkardığım sonuç zorlama olabilir, ancak yazıyı cümle cümle didikleyip sıkıntıdan patlayacağıma biraz da iyi niyetle lafzı değil ruhu anlamaya çalışmayı daha anlamlı buluyorum.

Saygılarımla
Barış

  

14 Şubat 2000, Aylin

merhaba,

önemli olan egzersize konu olan yazının kötü olması değil neden kötü olduğu. okuduğum maillerde ağırlıklı olarak üzerinde durulanın  bu olduğunu görüyorum. kafa karışıklıkları, mantık hataları ve aşırı genellemeler kullanıldığında bazı doğruların bizi bazı yanlışlara nasıl götürebileceğine bu yazı iyi bir örnek olduğu için egzersiz konusu oldu sanırım. karşımıza çıkan pek çok söylemde bilinçli veya bilinçsiz bu tutumun hakim olduğunu düşünüyorum . bir yazıyı mantık kurallarını yöntemli bir biçimde kullanarak incelemeyi henüz beceremediğimi itiraf ederek, bunaltıcı da olsa bunu yapmaya çalışmanın bile bana çok şey kazandırdığını gördüm. bilgi ve iletişim çağının yükselişe! geçmesiyle birlikte geçersiz, yetersiz v.b safsatalar enflasyonu nedeniyle safsatalar kuşatması altında yaşıyorken beynimizden içeri akanlara sağlam bir mantık kuralları filtresi koymanın nerdeyse hayati bir önem taşıdığının bilincindeyim. karşıma çıkanı mantık kurallarına göre ne kadar inceleyebiliyorum bu egzersiz vesilesiyle bir kez daha görmüş oldum. bunu layıkıyla yapabilmek zor ama bunu yapmayıp karşıma çıkana üstünkörü yaklaştığımda gözümden kaçanların ne olduğunu asla bilemeyeceğimi anladım ve o gözümden kaçanların yarın başıma dert olacağından fena halde şüphelenmekteyim. kendimi bu konuda yetersiz gördüğüm ve bunu telafi etmem gerektiğini bildiğim için yazılanları ilgiyle izliyorum.

egzersiz olarak seçilen yazıya gelince, yazıda önemli fikirler var. alev hanım fikirlerin mantıklı bir temele oturtulmamış olduğuna işaret etti. incelemeler sonucunda yazının bu sebeple iyi bir yazı olmadığı sonucu çıkıyorsa, bunu söylemekte neden bir sakınca olsun ki... bunun yazara üstten bakmak onu hakir görmekle bir ilgisi olmamalı. Burda inceleme konusu olan yazı, yazar degil.

selamlar ve saygılar,

aylin

  

14 Şubat 2000 Alev Alatlı

Aylin’e tamamen katılıyorum. “Mantık” denilen şey değer yargısı değil, ideal değil, ideoloji değil, inanç hiç değildir.   “Mantık” kelimesi “intak” kelimesinden gelir, “söyleten” yada   “söylenen” anlamında. Bir düşünceyi, inancı, ideolojiyi, olguyu vs. vs. okuyana/dinleyene aktarma yöntemidir. Bu yöntemi isteyen alır, isteyen almaz diyemeyiz çünkü Aristo’dan bu yana medeni dünyada uluslararası kabul gören münazara/argüman yöntemi budur. Kurallara uymayana uyması gerektiğini hatırlatmak cebirde yanlış çözülen bir denklemin yanlışlığının nerede olduğuna işaret etmek gibidir. Denklemi yanlış çözen, yanlış çözdüğü kendisine söylediğinde alınırsa, bir de üstelik hakarete uğradığını, aşağılandığını düşünürse vay halimize!   Bu arada Okay’in “Herkes iyi yazmak zorunda mi?” mealindeki cümlesine cevabim, “Neden olmasın? Kimin ne eksiği var?”   Hele de kendisine “eğitimci” diyen birisi herkesten daha dikkatli olmakla, “iyi” yazmakla yükümlüdür.   Bariş’in “yazının ruhunun anlaşılıyor olması” seklindeki savunmasını da yadırgadığımı söyleyeyim. Bu bir şiir değil bir makale!   Bir de - itiraf etmeliyim ki bu da benim saplantım! - açıkça söylenmeyen beni hep ürkütmüştür. “Gözlerime bakin ne dediğimi anlarsınız” türünden, önermeleri sıralayıp bir türlü vargıya gelmeyen sözlerde hep bir kaypaklık, kaçamak sezdiğim için zahir. Selamlar

 

22 Şubat 2000, Alev Alatlı

Tekrar Günaydın!

Bir süredir sürdürdüğüm suskunluğum elbette gözlerinizden kaçmadı. İşin doğrusu, Demirkasımoğlu’nun askerden dönüşü ile başlayan, özde “Sarı Paşa” tanımlaması üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, Türk Ordusu’nun niteliklerine dair hükümlere sıçrayan, oradan Türkiye Cumhuriyetini Osmanlı İmparatorluğu ve hatta öncesiyle kıyaslama gayretlerine kadar uzanan tartışmaların beni niye eksikli hissettirdiğini ve mahzun ettiğini değerlendirmeye çalışıyordum.

Evet, “eksikli” ve “mahzun,” ruh halimi yeterince iyi anlatan iki kelime ve “Ahlak” ile “Adap,” ruh halimi sizlerle paylaşmamı dayatıyor. Derin bir nefes alıp, eksiklilik duygumdan başlayayım.

Bu duyguyu tanıyacaksınız: “Siyaset Meydanı”nı ya da benzer bir programı seyrettikten, basında bir haber okuduktan ya da politikacıların, örneğin nükleer santral, örneğin enflasyon, konularındaki konuşmalarını dinledikten sonra insanın içinde kalan duygu. Argümanların sonuçsuz, soruların cevapsız, hükümlerin havada kaldığı duygusu. Tuhaf bir umarsızlık duygusu. Umarsız, çünkü meselenin bir de (yıllar yılı susturulmuş insanların doğal karşılanması gereken tepkisi olsa gerek) söylenene muhalefet etmenin “demokratik konuşma hakkını ihlal” anlamına geliyor olması gibi yaygın bir anlayış var. “Vardığın sonuca değil, sonuca varış şekline karşıyım” alışık olduğumuz bir murakabe mekanizması değil. Nitekim, hatırlayacaksınız, Arat’ın yazısını sadece ve sadece mantık kuralları çerçevesinde ve bir egzersiz olarak irdelemeye kalktığımızda bile bir kısım arkadaşlar yazarı aşağıladığımızı düşünmüşlerdi.

Korkarım, akıl yürütmenin, muhakemenin, bir takım kuralları olduğuna, bu kuralların matematik kurallarına benzediğine arkadaşları ikna edemedim. Nasıl ki, matematik kurallarına uymayan bir matematikçi düşünülemez, mantık kurallarına uymayan bir iddia/bir argüman sahibi de düşünülemez - bu hususu açıklamakta da yetersiz kaldım, besbelli.

Şimdi önümde iki yol var. Bunlardan bir tanesi, sizleri üzmek ve yabancılaştırmak pahasına da olsa, Batılı “Oriyantalistler”in yıllardır bizi suçlarken, daha doğrusu, aşağılarken, kullandıkları ve benim ne demek istediklerini anlamak için yıllarımı verdiğim, “ŞARK KAFASI” ya da “ŞARK ZİHNİYETİ” denilen ortak niteliğimizin üstüne gitmek. Sizlere adamların bize “önce yapıyor sonra düşünüyorsunuz” ya da “size laf anlatılmaz çünkü önce hükmünüzü veriyor sonra bahanesini buluyorsunuz” (“apologetics” denilen durum) saptamalarının nereden kaynaklandığını anlatmaya çalışmayı sürdürmek. Veya bu grubun Türkiye’nin en nitelikli guruplarından birisi olduğunun bilinci içinde, bırakmak, coşkulu zekaların ürünlerinin keyfini çıkartmak.

Büyük çoğunluğunuzun 2000’li yılların hasadı olacağınızı düşündüğümde zekanın, aklın (dilerseniz “metodoloji”nin!) önüne geçmesine gönlüm razı olmuyor. Zaman isteyen, üstelik dikenli, çileli bir yol olmasına karşın bu gurubu adamların Romalılar’dan, Yunan’dan bu yana şiar edindikleri, bıkmadan usanmadan kuşaklar boyu öğrettikleri, naklettikleri, düşünme yöntemleri ile tanıştırayım diyorum. İnternetteki “logic, fallacy” sitelerinden gerekirse link alayım, oturalım Türkçeleştirelim belki de benim en büyük katkım bu olacaktır diye düşünüyorum. Gelin görün, marifet iltifata tabi. Bilemiyorum. Anlayacağınız bir tür yol ayırımdayım ve sanal filan da değil. Bu konuda bugün yarın bir karar vereceğim.

Mektubumun başına dönelim - “mahzun” olduğumu söylemiştim. Mahzunum çünkü kabalık, indirgemecilik canımı yakıyor. Atila, askeri “yemekhanelerde bile 60 m2 likler de dahil olmak üzere her yerde etrafı zincirle çevrili Atatürk köşeleri…”nden bahsettiğinde bunun bendeki karşılığı “mabed” filan değil düpedüz “kitsch!”dir. Rüküş, yani. O köşeler Deniz Adanalı ya da Betül Mardin gibi bir “PR!” uzmanlarının elinde geçse neler yapabileceklerini düşünüyorum. Bir de tabii, bir Rumeli Türk’ü olarak “sarı” olmak ne demektir iyi bilirim. “Schwartzkopf” nitelemesinden daha masum değildir, inanın bana. Ha, “sarı” olmanın cinsel çekiciliğinden J bahsedilebilir belki - ama sizi temin ederim bunun İsveç’te bir schwartzkopf olmak kadar keyfi yoktur.

Yakında görüşmek üzere, selamlar.

  

24 Şubat 2000, Mehmet Sayım Karacan

merhabalar

alev hanımın eksikli ve mahzun konulu mektubunda grubun havanda suyu döverken herkesin düşüncelerindeki tutarsızlıkların hissiyatlarıyla birleşip bir tür ayrışmaya gittiğini görüp, en azından grup üyelerinin “yeterli, tutarlı, geçerli “ düşünmesi ve düşüncesini ortaya koyması için çözüm olarak   düşündüğü mantık konulu web sayfalarını Türkçe’ye çevirme önerisi yeterince tartışılmadı sanırım!!!!!

Bir arkadaşın da belirttiği gibi konuyu örnek metinler üzerinde incelemek daha öğretici olabilir, gerçi onun da açıkları var alev hanımın geçmişte verdiği ödev “Mantık alıştırmaları” sadece birkaç kişi tarafından yapıldığı halde (ben de yapmadım) , gruba daha zor bir görev yüklemek başarıyı (öğrenmeyi )sağlar mı?

İnsanın hayatı değerlendirmede sübjektif olduğunu , kendi hissiyatının, hayattan algılayabildiği şeylerin , hayattan çıkardığı derslerin düşüncesini etkilediğini düşünüyorum..

İnsan   yapısal mantık kurallarını bilse dahi önermeler arasındaki bütünlüğe kendisi karar verecek, önermelerin tutarlılığına kendisi karar verecek, bu önermelerden bu vargının çıkıp çıkmayacağına, bu vargının geçerli, tutarlı, yeterli olup olmadığına kendisi karar verecektir, yani bu adımlardan birisinde yanlış yaparsa (ki onun doğrusudur) safsataya düşmüş olacaktır.

alev hanımın” parmağıma değil işaret ettiğime bakın” demesine rağmen grubun parmağı daha fazla önemsediğini düşünüyorum ( bu da benim subjektif değerlendirmem)

Artık alev hanımın web adresi yetmeyebilir, haftalık bir web dergisi   çıkarsak bu webin de bir konuşma kutusu(chad) olsa, yazılan yazılar üzerine burada konuşsak   ve de dergide her türlü , telif, tercüme ve fikirleri yayınlasak daha öğretici olmaz mı?

grubun yapacağı faaliyetlerde   gönüllü olarak yer alacağım.

en derin sevgi ve saygılarımla

Mehmet sayım karacan

  

3 Mart 2000, Alev Alatlı

Sevgili Grup Üyeleri,

Batı düşünce hayatında sövgü, aşağılama, tehdit vb. içeren iddialar da “safsata” grubuna giriyor. Latince’den “Argumentum ad hominem.” İngilizcesi, “Argument Against Man.” Türkçesi, “Küfürlü safsata” olabilir diye düşünüyorum. Haftalardır sayfalarımızı işgal eden, sonunda da “yeteeer!” çığlıklarına neden olan pseudo “tartışmalar” da dönüp dolaşıp burada düğümleniyor. “İletişim adabı”nı eksikliği, “doğru düşünme” ve “düşündüğünü doğru ifade etme” becerisi yoksunluğu. Ülkemizinde hiç bir tartışmanın makul bir sonuca varmamasının herhalde ve en az afazi kadar ciddi bir nedeni de bu. Bu düşüncemi daha önce de iletmeye çalışmıştım; şimdi, öyle görünüyor ki, ongün kadar önce başlatmanın iyi olacağına karar verdiğimiz proje artık daha fazla gecikmemeli!

Konuyla ilgili olarak internet gezilerimde “Safsata Raportörü” diye bir site buldum. Adamların ilgimi çeken tarafları mantık meselesine yaklaşımlarındaki pratiklikleri. Konuyu hiç bilmeyenleri ilgilendirebilecek, hatta öğrenirken eğlendirebilecek bir yöntem bulmuş gibi görünüyorlar. Ben, Site’nin tanıtım sayfalarını İngilizceleri yeterli olmayan arkadaşlar için çevirdim, aşağıda Site adresiyle birlikte sunuyorum.

Bakınca siz de göreceksiniz, ilk ağızda 38 “informal “ safsata tanımı yapmışlar. (“Informal” kelimesini burada nasıl çevirirsek daha anlaşılır olur, buna da birlikte karar verelim. Ben “formal” yani biçimsel, yani suri kelimelerinden farkı vurgulansın diye şimdilik “avam” kelimesini kullandım ama içime sinmiş değil.)

ŞİMDİ TOP SEVGİLİ CAHİT AKIN’DA!!!

Sevgili Cahit,

Lütfen işi ele alıp konu ile ilgilenen arkadaşlar arasında bir iş bölümüne gider misin?

Öncelikle bu 38 informal safsatayı Türkçeleştirelim diyorum. Türkçeleştirelim ve örneklerini sunalım. İlgilenen arkadaşlar bir kere bunları bassınlar ve saklasınlar. Sonra gerek grubumuza gelen mektuplara (benimkiler dahil!) gerekse sağda solda rastladığımız metinlere bu gözle bakıp çözümlemeyi deneyelim.

Aynı zamanda senin/sizin bulduğunuz konu ile ilgili (internette ya da başka yerlerde) metinleri/kaynakları toplamaya ve çevirmeye başlayalım. WEB’I ziyaret edenleri de yüreklendirmek için gerekirse bir bölüm daha açalım ve “Haftanın Safsatası” yarışmaları düzenleyelim. Ve tabii, kütüphanede de mantık kitapları için özel bir yer açalım.

Ancak burada dikkat edilecek husus, Safsata Raportörünün de söylediği gibi, meseleyi - hiç değilse sindirilinceye kadar - insanları “formal” mantığa veya matematiksel mantığa boğmadan işleyebilmek. Başarabileceğimizi sanıyorum.

Safsata Raportöründeki metinleri gruba ulaştırmanın en kolay yolu üzerinde tereddütteyim - lütfen bu konuda da yardım edin. Ben bastım, sakladım ama bunları tekrar yazıp size göndermeyi gözüm yemiyor - daha kolay bir yolu olmalı.

Ne yapabileceksek hemen başlayalım olmaz mı?

Selamlar, sevgiler.

 

“THE FALLACY REPORTER” adlı bir sitenin adresi: “http://rampages.onramp.net” (daha olmadı “search”den girebilirsiniz herhalde) Site, amacını şöyle açıklıyor:

THE Fallacy Reporter Hakkında

“Bu proje, ilgilenenleri ‘informal fallacies’/’avam safsatalar’ konusunda eğitmeğe adanmıştır. Günümüz politikacıları, medya mensupları, yazarları ve ilgimizi çeken diğer kişiler tarafından kullanılan “avam safsatalar”ın kayıtlarını tutmayı amaçlamaktadır. Bunu ve izleyen sayfaları mütalaa etmeniz durumda, sizin daha iyi “düşünen,” düşüncelerini daha iyi “ifade eden” birisi olacağınızı umut ediyoruz. Sayfayı tertipleyen bizlerin ortak kanaatı, kamuoyunun bizim basit fakat çok önemli olduğunu düşündüğümüz bu konuda yeterince eğitilmemiş olduğu şeklindedir. Amacımız buradaki sayfaları güncel kaynaklardan aldığımız safsata örnekleriyle doldurmaktır. Bıkkınlık verici teorik örneklerin üzerinde durmayacak, onların yerine basılı metinlerden aldığımız örnekleri kullanacağız. Katkılarınızı sevinçle karşılayacağız, onlara ihtiyacımız var!”

“Fallacy” Nedir?

“SAFSATA, “çıkarsama kurallarını ihlal eden akıl yürütme şekli” ya da “muhatabını yanlış yönlendirdiği halde, onu düşüncesinin doğru olduğuna ikna etmek amacıyla kullanılan bir argüman” olarak tanımlanabilir. “Formal” ve “informal” olmak üzere iki safsata kategorisi vardır. Formal safsata, tümdengelimsel (deductive) mantıkta yapılan bir hatadan dolayı vargının önermelerden çıkarsanamadığı safsatadır. Formal safsatalar pek ilginç olmadıkları gibi, eğlenceli de değildirler.

Informal safsatalar, avam safsatalar, çoğu zaman eğlencelidirler. Zaman zaman anlamsız hatta düzeysiz olmalarına karşın, sonuçları itibariyle hiç olmayacak inançlar ve durumlara götürebilirler. En kötüsü, masum muhataplarını hayatta kötü seçimler yapmaya hatta şiddete yönlendirebilirler. Safsataların idraki, mantık ve akıl yürütme konularında önemlidir. Daha önemlisi, safsataların idraki, kişiye meramını etkili ifade edebilmesi için gerekli beceriyi kazandırır. Eğer bir politikacıysanız, yapacağınız en iyi iş bu safsataları öğrenmek ve mümkün olduğunca sık kullanmaktır. Ama eğer politikacı değil de, politikacıların muhatabıysanız, safsataları kolay kandırılmamak için kullanmak durumundasınız. Avam safsataların tamamlanmış bir listesi olmamakla beraber, günlük hayatta kullanabileceğimiz türleri şöyle sıralamak mümkündür:

Bundan sonra da liste başlıyor.

Fallacy of Accent

Fallacy of “Is” to “Ought”

Fallacy of Accident

Argument from Ignorance

Against the Man Argument

Fallacy of Irrelevant Conclusion

Fallacy of Ambiguity

Fallacy of Irreverent Purpose

Fallacy of Amphiboly

Fallacy of Limited Alternatives

Argument to Authority

Fallacy of Majority Consensus

Falacy of the Beard

Fallacy of Many Questions

Begging the Question

Argument to the People

Black and White Fallacy

Appeal to Personal Interest

Fallacy of Complex Question

Argument to Pity

Fallacy of Composition

Pragmatic Fallacy

Fallacy of Converse Accident

Fallacy of Previous This

Fallacy of Division

Fallacy of Red Herring

Fallacy of Equivocation

Fallacy of Slanting

Fallacy of False Cause

Slippery Slope

Argument from Force

Fallacy of Special Pleading

Gambler’s Fallacy

Fallacy of Straw Man

Genetic Fallacy

Fallacy of Unqualified Source

Fallacy of Hasty  Generalization

Fallacy of You  Also

6 Mart 2000, Cahit Akın

merhaba,

şehirlerarası taşınma ve yeni çalışma düzenim nedeniyle uzunca bir süredir yanıt yazamadığım için özür dilerim. yeni düzenim yoğun katılımıma izin vermeyecek, ama başladığım işi bırakmak adetim değil, bu yüzden aşağıdaki koordinasyon taslağını oluşturdum, itiraz yoksa uygulamaya geçirelim:


0. bu projeyle ilgili tüm yazışmaları yukarıdaki konu başlığıyla yapalım.


1. Alev'in önerdiği sitedeki 38 örnekten hangilerinin çevirisine ve "kişisel yorumlamasına" talipseniz bu örneklerin adlarını bu paragrafın altına yazarak LİSTEYE yollayın. Böylece ilgili diğer arkadaşlar işbölümünü izlemiş olurlar. Tüm cevaplar değerlendirildikten sonra, işbölümü son kez gözden geçirilecek ve son haline getirilecektir. İşbölümü sürecini 1 hafta ile sınırlayalım.


2. Fallacy ile ilgili site taramasını sürdürmenin gerektiği kanısındayım. Önerilen site ilginç ve yararlı olmasına karşın, kuramsal bilgi ve başka öğretici kaynaklarla desteklenmesi gerekiyor. Site taraması yapmaya gönüllü ve hatta hemen yapmaya girişen arkadaşların elde ettikleri sonuçları kısa birer tanıtım metniyle birlikte LİSTEYE yollamasının doğru olacağını düşünüyorum. Kaynak taraması çalışmasının ilk aşamasını 2 hafta ile sınırlayalım ve sonrasında sürdürerek sonuçları aylık periyotlarla değerlendirelim.


3. Fallacy ile ilgili basılı kaynak araştırmasına gönüllü arkadaşlar çalışmaya hemen başlasınlar ve elde ettikleri sonuçları site yöneticisinin e-mail adresine doğrudan yollasınlar. Site yöneticisi bu kaynakların dökümünü düzenleyerek sitenin kütüphanesine yerleştirsin. Sonra da sürdürülecek bu çalışmanın ilk aşamasını 2 hafta ile sınırlayalım.

4. Yukarıdaki çalışma sona erdirildikten sonra:

a) çevirileri (eğer başka bir gönüllü yoksa) benim kişisel adresime (mailto:cahitakn@p...) yollayalım, ben bu çevirileri arşivleyeyim. bu çalışmayı 2 hafta ile sınırlayalım.

b) arşiv çalışması sona erdiğinde gönüllülerden oluşacak bir ekiple metinler kümesini redakte edelim ve web tasarımına geçelim. bu çalışmayı 2 hafta ile sınırlayalım.

c) sitenin ilk hali tamamlandığında işletmeye açalım ve (2) nolu maddede elde edilecek sonuçlardan hareketle yeni işbölümlerine gidelim ve yeni çeviriler için de (a) ve (b) maddelerindeki prosedürü izleyelim.

d) Yukarıdaki plan çerçevesinde, sitemizin yapım çalışması 1 ay sürecektir (2 hafta çeviri + 2 hafta arşivleme ve tasarım). Bu makul bir süredir. Site güncelleştirme çalışmaları da aynı prosedür uyarınca aylık periyotlarla gerçekleştirilecektir.

 e) tüm çalışmaların bir "dergi yayıncılığı" duyarlılığı içerisinde sürdürülmesine özen gösterelim, bu proje bir vesiledir, altından kalkamazsak dergi falan bizim için masaldır.

f) tüm yazışmaların ve çeviri metinlerinin e-mail düzeni içerisinde ve Türkçe karakterlerle sürdürülmesine özen gösterelim, bu olanaktan yoksun arkadaşlar bu öneriyi dikkate almasınlar, ASCII metin oluştursunlar.

9. yazışmalarda cevabi metinlerimizin gereksiz alıntılardan temizlenmesine özen gösterelim. lutfen sadece gerekli ve ilgili bilgiyi ve mesajı mektubumuza yerleştirelim. (nasıl yapacağım diyenler varsa: cevabi mektubunuzda silmek istediğiniz metni fare ya da klavye ile seçip Delete tuşuna basınız)

eksiklerim, yanlışlarım, "safsata"larım (!) varsa lutfen müdahale ediniz.

sevgiler
cahit

  

11 Mayıs 2000, Alev Alatlı

Sevgili Herkes,

Şekilde açık seçik görüldüğü gibi, fena halde fire vermiş bulunuyorum - safsata sayfalarının üzerinden gi-de-mi-yo-rum!!!  SOS!!!  Lütfen, birisi şu sayfalara meramımızı anlatan bir ön-yazı kaleme alsın. Site ziyaretçileri de neyin içine girdiklerini anlasınlar. Sonra, yine birisi "red herring"e, efendime söyleyeyim, "beard"e en iyi ne diyeceksek, karar versin de diyelim. Sonra da, tekrar kalkınalım da, güncel safsata örnekleri sergilemeye  başlayalım.  "Haftanın Safsatası" gibi bir sütun açmamız da gerekecek. O sayfa öyle yarım kaldıkça, vallahi uykularım kaçıyor. Hadi, lütfen:)))).

 12 Mayıs 2000, Mehmet Sayım Karacan

sevgili grupdaşlar

safsata projesine devri zamanında katkım olmadı. gecen hafta çıktılarını aldım üzerine düşünüyordum, dün alev hanim uykularım kaçıyor( gerçi o da 10 senedir milletin uykusunu kaçırıyor, ne güzel tutunduğumuz bazı doğrular varken, sayelerinde bunlar hep elimizde kaldı. Simdi de rahat uyuyabilmek için ortaya koyduğu geniş spektrumlu doğrulardan seçip de durumu kurtaracağız) diye mektup yazınca  yaptığım redaksiyonu gönderme gereğini duydum.

Yaptığım şeyleri su baslıklar halinde topladım.

1- Tercüme olan tanımların bazılarını Türkçe kullanımda daha iyi anlaşılır hale getirmek.

2- Yeni Örnekler koymak.

3- Belirli bir sayfa formatı oluşturmak.

4- Verilen isimlerin bazılarını değiştirmek(burada gruptan gelen önerilere ya da kendi sesime kulak verdim)

5- Hepsinin Latince karşılıkları olmadığından , Latince karşılık kısmını sildim.

Bundan sonra Yapılmasını önerdiklerim.

1- projeye yeni safsata türleri ilave etmek.

 2- Örneklere ilaveler yapmak, güncel kullanıma metin örnekleri bulmak

3- Sözle yapılan safsatalara bir de davranışla yapılan safsataları eklemek

4- Mevcut safsatalar içindeki akrabalıkları veya aynılıkları ayıklamak.

5- safsataların örneklerle daha iyi anlaşıldığından daha fazla örnek koymak önemli, bir de kendi safsatanı bul yarışması yapabiliriz.

sevgi ve saygılarımla

Mehmet Sayım Karacan

 

13 Ekim 2000, Hakan Erdil

"Ben boşuna demiyorum enseyi karartmayın, diye. Dünya kötüye gitmez,   Türkiye de gitmez. Hele globalleşme sürecinin başladığı bir evrede..." (Çetin Altan/Sabah; 13.10.2000)

Yukarıdaki alıntının bir ÖZELLEŞTİRME SAFSATASI olduğundan emin değilim.Ama burnum safsata kokusu aldı.

Şayet Çetin Altan, dünyanın kötüye gitmeyeceği kanısından/gerçeğinden/öngörüsünden (hangisi olduğu da ayrı bir tartışma..) Türkiye'nin de kötüye gitmeyeceği sonucunu çıkararak yazmış sa kesin olarak bir safsata var ortada..

Yani yukarıda kastedileni,

1) “Dünya kötüye gitmez.O halde Türkiye de kötüye gitmez” olarak mı anlayacağız, yoksa,
2) “Dünya kötüye gitmez ve Türkiye de kötüye gitmez” olarak mı anlayacağız?

Eğer nasıl anlayacağımızdan emin olamıyorsak (burada vermediğim yazının tümünü tarayıp, neyin kastedildiğine dair lehte veya aleyhte bulguları değerlendirdikten sonra - böylelikle safsata alanında metin okuma konusuna ışık tutuyor ve safsatayı kesinleştirmeden önce yapılacak bağlam analizine de gönderme yapıyorum-))) - yine de bir belirsizlik söz konusuysa, sanırım bir başka (çok anlamlılık?) safsataya girer bu örnek.
Bu safsata adayının yorgun koordinatörümüze ilaç gibi gelmesi dileğiyle..

 

14 Ekim 2000, Alev Alatlı

Hakan bey,

"Safsata" da aynen böyle durumlarda yani  yazarın niyetini/meramını anlamak için satir arası okunmak durumunda kalınan durumlarda işlev kazanır.  Hüküm bildiren/ahkâm kesen argümanlarda  okur  "...yazının tümünü tarayıp, neyin kastedildiğine dair lehte veya aleyhte bulguları değerlendir..."mekle yükümlü değildir.  Ülkemiz basının bu obskürantist tavrı, safsataya davet çıkartır - bana sorarsanız, bilerek ve isteyerek.  Bu nedenle derim ki, siz
haklisiniz.  Sayın Altan'in ahkâmı nereden bakarsanız bakiniz, safsatadır.
Selamlar.

 

13 Ekim 2000, Hakan Erdil

"Bu bankaları bu duruma düşürenler, bu kez yaptıklarının hesabını vermeli. Bu kez de bu kadar sansasyonun altı boş çıkarsa bu toplum cinnete gider."
Necati Doğru/Sabah;13.10.2000)

GENELLEŞTİRME kokan safsata...

Önce kendi düşüncemi söyliyim : Hiç sanmıyorum...36 yaşındayım ve bir tümevarımı haklı çıkarmaya yetecek adette yolsuzluk haberi okudum, ama toplumsal cinnet geçirdiğimize tanık olmadım.-))
Safsatatörler ve koordinatör iş başına!!!

Sevgiyle..
Hakan

 

14 Ekim 2000, Alev Alatlı

Hakan bey!!!

Safsata kurallarını bir düşünsenize lütfen!  "Safsata" sizin ne düşündüğünüzü değil, düşündüğünüzü nasıl ifade ettiğinizi irdeler. Meseleye açıklık getirmek için  gelin sizin düşüncenizi ifade ediş biçiminizi irdeleyelim.

"Hiç sanmıyorum." diye başlamışsınız. Yani, iddianız su:  "Bu kez de bu  kadar sansasyonun altı boş çıkarsa bu toplum cinnete gitmez."  Peki bu iddianızı  hangi önermelerle destekliyorsunuz?  "36 yaşındayım ve bir tümevarımı haklı çıkarmaya yetecek adette yolsuzluk haberi okudum, ama toplumsal cinnet geçirdiğimize tanık olmadım.-))"

Yeniden kelimelendirelim: "36 yıllık şoförüm ve hızın kazaya neden olmadığı tümevarımını hakli çıkarmaya yetecek kadar hızlı araba kullanan insan gördüm ama toplumumuzun trafik kazasında hayatini kaybettiğine tanık olmadım."

Beğenmediniz, değil mi?!   İnanın bu daha başlangıç!  Yukarıdaki masum satırlarınızdan daha neler neler çıkar! (Buna "36 yaşında" olduğunuzu belirtmiş olmanız dahil - neden çünkü "36"
yasa gizlice yüklediğiniz sıfatlar:  deneyim, bilgelik, yaşanmışlık,  dikkat vs. vs.  Ha, yükleyemez misiniz? Yüklersiniz elbette. Haksiz misiniz? Hakli da olabilirsiniz ama önermeleriniz açık olmalıdır. "...tümevarımı haklı çıkarmaya yetecek adette yolsuzluk haberi okudum..." demeniz yetmez de, söyle olur meselâ;

1) Yolsuzluk haberlerinin yolsuzlukları birebir yansıttığını kabul edebiliriz.

2) Yolsuzluk konusunda tümevarmayi haklı çıkarmak için .... sayıda yolsuzluk haberi okumak gereklidir. veya

2A)Yolsuzluk konusunda tümevarmayi hakli çıkarmak için 36 yaşına kadar okunan yolsuzluk haberleri yeterlidir.

3) Ben .... yolsuzluk haberi okudum.veya 

3A) Ben 36 yaşındayım.

 

Vargı:

Ben tüme varım hususunda otoriteyim.

Devam edelim:

1)Ben tümevarim hususunda otoriteyim.

2)Ben toplumsal cinnet olayına tanık olmadım.

Vargı:
-Öyleyse Türkiye toplumsal cinnet geçirmez.

Sevgili Hakan,  Safsata Projesi ile yapılmak istenen bu kadar basit dostum. Sizin önceki yazılarınızı da izlemiş olduğum için açıklıyorum, lütfen koyunun altında buzağı aramayın.  Ne kaba düşünceden yanayız, ne düşüncenin fuzzy olduğundan bihaberiz, ne de yorumdan kaçıyoruz.  Anlaşılmasına çalıştığımız su: ne kadar yaratıcı, ne kadar ayrıcalıklı, ince, muhalif, vs vs fikirleriniz olursa olsun, bunları nakletmeye/iletmeye kalkıştığınızda uyulması gereken kurallar vardır. Bunlara da en geç Romalılardan bu yana "safsata" deniyor ve insanların düşüncelerini ifade tarzlarını denetlemeleri için "araç" olarak kullanılıyor.
Umarım muradımı anlatabilmişimdir. Selâmlar.

 
Meraklısına Safsatayla ilgili web adresleri

http://www.summit.org

http://rampages.onramp.net/~alaska/reporter/

http://www.primenet.com/~byoder/fallazoo.htm

http://www.dissension.com/logic/logic.html

http://www.smouse.demon.co.uk/logargnew/logargs.htm

http://www.intrepidsoftware.com/fallacy/toc.htm

http://www.unbelief.com/secchurch/philosophy/fallacies.htm

http://www.wdv.com/Writings/Stories/TheRules/fallacy.html

http://www.anarcho-capitalist.com/bill/anarchism/Fallacies.html

http://www.drury.edu/faculty/Ess/Logic/Informal/Overview.html

http://www.aros.net/~wenglund/Logic101a.htm

http://www.nku.edu/~garns/165/ppt3_2.html

http://www.kcmetro.cc.mo.us/longview/ctac/toc.htm

http://www.kcmetro.cc.mo.us/longview/socsci/philosophy/logic/fallacy.htm

http://www.pleasurepoint.com/logical.html

http://chena.uaftvc.alaska.edu/faculty/ppinney/essays/persuasion/fallacies.html

http://www.sjsu.edu/depts/itl/graphics/main.html

http://www.infidels.org/news/atheism/logic.html

http://www.triviumpursuit.com/logic/index.htm

http://courses.washington.edu/spcmu/334/fallacies.html

http://zebu.uoregon.edu/~js/glossary/fallacies.html

http://people.delphi.com/gkemerling/dy/i.htm#inff

http://www.nizkor.org/features/fallacies